Dantel Arıcılar 3.Bölüm

''Özgüvenini Hisset''

Gerçek mutluluğun eşyalarda olmadığını anlamıştım. Bir eşya alırsınız mutlu olursunuz, sonra başka bir eşya o da mutlu eder, ama bunlar anlık mutluluklardır ve geçicidir. Bu bir döngüdür, hiç bitmez, ancak gerçek mutluluk bu döngüden çıkabilmektir. Gerçekten yapmak istediğine ve olmak istediğine dönebilmektir. Bu kendini bulmak ile alakalı bir durum. Önce ne istediğinize karar vermelisiniz, sonra bunu ne kadar istediğinizi kendinize sormalısınız. Sonra nasıl ve ne zaman, sorularına cevap aramalısınız. Bu bazen yıllar sürebilir.

Bazen bahçedeki ağaçlara avuçlarımı dayıyor ve onlara onları ne kadar sevdiğimi söylüyorum hangi ağaca elimi dayadıysam onun bahçemdeki diğer ağaçlara bunu ilettiğini hissediyorum. Doğa ile mutlu olabileceğime ve rızkımı buradan kazanabileceğime karar verdikten sonra yaklaşık on yıl geçti ve hiçbir anından pişmanlık duymadım. Zor günler yaşamadım değil. Aksine çok zor geçen dönemler oldu. İlk iki yıl zarar da ettim parasal olarak. Ancak duygularım hiç şaşmadı hiç tereddüt etmedim. Bırakmayı hiç düşünmedim. Güvencim hep tamdı. Her sabah uyandığımda gökyüzüne bakıp şükrediyorum.

Denemek için bahçeme aldığım kovanlardan ve çevremdeki arıcı arkadaşlardan epeyce bir şeyler öğrenmiştim. Sürekli internette hem İngilizce hem Almanca araştırmalar yapıyor, köyümüzde bulunan İnternet Kafeye gidip kulaklığımı takıp, bol bol belgesel izliyordum. O yıllarda henüz evimizde wi-fi yoktu. Telefonlar da bugünkü gibi gelişmemişti. En azından bizde o denli gelişmiş telefon yoktu. Arıcılık ile ilgili Üniversite tezlerini araştırıyor ve bol bol okuyordum. Toplantılara gidiyor ve çevremde arıcılık ile ilgili tüm seminerlere katılmaya çalışıyordum. Aileme söylemiştim artık arıcılık yapacaktım ve çok kararlıydım. Evet, biraz mırın kırın oldu ama kararlı olduğumu fark edince destek olmaya başladılar ve saygı gösterdiler kararıma. Kardeşim de o sırada büyük bir marketin gıda dışı departmanında şefti. Bazen müdür olmadığında vekil müdürlük yapıyor, çok yoğun çalışıyordu. Kararımı öğrenince o da heveslendi ve bırakıp arıcılık yapmak istedi. O da el bırakarak bana katıldı. Sevincim daha da artmıştı, artık yalnız olmayacaktım, yaylalarda ve yolculuk esnasında bir arkadaşım olacaktı yanımda. Böylece biz başladık arı kolonisi almak için gerekli girişimleri yapmaya. Henüz bahara epey bir zaman vardı, ama biz erkenden arılarımızı alıp bahçeye koymak istiyorduk. Bu normalde yanlıştı, çünkü kışın arıları ayrıntılı inceleyip alamazsınız, anaların kontrollerini kötü ve soğuk havalarda yapamazsınız. Bunların az çok farkındaydık ancak bir an önce arılarımız olsun heyecanı ağır basıyordu. Yeni sezona hazır olmak istiyorduk ve çok heyecanlıydık. Bu yüzden objektif düşünemiyorduk ve tecrübemizde buna yeterli değildi. Birkaç arkadaşımızın tavsiyesiyle arısını satmak isteyen arıcılarla tanıştık. İşte arıcı olmanın güzelliğini yaşamaya başlamıştık bile, hiç farkında olmadan. Arıcı, arının sayesinde çok yer gezer ve birçok insanla tanışma fırsatı bulur. Yani arı aslında gezmenin ve öğrenmenin vesilesi olur. Kısa zamanda parça parça birkaç kişiden arı almaya başlamıştık bile. Artık kolonilerimiz vardı ve Maybir'e (Muğla Arıcılar Birliği) kaydımızı yaparak arıcılığımızı resmileştirdik. Artık ilk yaylaya nereye gideceğimizi bulmamız gerekiyordu. Gittiğimiz yaylada nerede kalacağımıza karar vermemiz gerekiyordu. Birkaç alternatif vardı. Birincisi çadırda kalabilirdik, ikincisi daha pahalı olan karavan seçeneği, üçüncüsü bir arıcı kulübesi olabilirdi. Arıcı kulübesi çok hantal bir seçenek. Bilmeyenler için anlatmamızda yarar var. Arıcı kulübesi beş veya daha fazla metrekare demonte ahşaptan meydana gelen ve çatısı yine demonte ahşap üzeri teneke olan bir yapı. Ağırlığı büyüklüğüne göre beş yüz kilodan bir buçuk tona kadar olabiliyor. Bu ağırlık bir kere arıcılık için büyük bir dezavantaj, ayrıca yağmurda üstü teneke olduğu için çok gürültü oluyor. Bir de sürekli sök tak yapıldığı için zamanla aralıklar meydana geliyor ve bu aralıklardan akrep veya değişik böcekler girebiliyor. Ayrıca kurulum yaparken iki kişi bile yetmeyebiliyor. Yalnız kurma şansınız hiç yok. Böylece bu seçeneği elemiştik. Çadır ve karavan seçeneği kalmıştı. Yeni bir karavan çok maliyetli olacaktı bu yüzden ikinci el araştırmaya başlamıştık. Kardeşim araştırırken ikinci el küçük bir karavan bulduğunda çok heyecanlanmıştık, artık belki de dağlardaki evimize kavuşuyorduk. Karavanı Bodrumda çok tonton bir yaşlı çift daha büyük olanını almak için satıyordu. Biz de hemen Bodruma gidip hem tanışalım hem de alışverişi bitirelim dedik. Gittiğimizde bizleri çok sıcak karşıladılar ve tanıştıktan sonra fark ettik ki ilk karavan dostlarımız da olmuştu. Arı çok acayip bir varlık insanı kimlerle tanıştırıyor diye gülüştük. Sorunsuz bir alışverişten sonra karavanı arabamıza takıp vedalaşma vakti gelmişti. Nasıl kullanmamız gerektiğini anlatan ayrıntılı bir dersten sonra her şey için teşekkür edip ayrıldık. Artık yeni ve seyyar bir evimiz vardı. Çiftliğe geldikten sonra ocak, uyku tulumu, çaydanlık, çatal bıçak gibi malzemeleri karavana yerleştirdik. Yeni işimizde neredeyse pek bir eksiğimiz kalmamıştı. Aldığımız arıları havalar soğuk olduğu için henüz aldığımız noktadan taşımamıştık. Havaların biraz daha yumuşamasını bekliyorduk. Çok soğuk havalarda arıları taşımak arının sağlığı için tehlikeli olabilirdi. Arı peteğin üstünde soğuk havalarda salkım yapar ve kendini ısıtmaya çalışır bu noktada sıcaklık yirmi altı ile yirmi sekiz derece aralığında olmalıdır. Bu sıcaklık düşerse arı kendini ısıtamıyor demektir ve salkım yaptığı peteğin arasındaki balı ısıtamadığı için bir nevi soğukluğun etkisiyle açlıktan ölür. Bu salkım esnasında siz arıyı sarstığınızda salkım dağılabilir ve arılar soğuk kovan tabanına düşeceklerinden ya tamamen veya kısmen ölümler olabilir.

İşin çok başındaydık çok araştırmıştık. Kitaplar, belgeseller, internet, tezler... Sonucu kötü etkileyecek stratejik hatalar yapmak istemiyorduk. Hem maddi açıdan hem manevi açıdan. Nihayetinde onlar da canlıydı ve vicdanen onlardan sorumluyduk. Yapacağımız hatalar onların ölümüne sebep olabilirdi, bu da bizi ziyadesiyle üzecekti. Bu yüzden çok temkinli olmaya çalışıyorduk. Onlar bizim için çok kıymetli burunları bile kanamamalı diye düşünüyorduk. Bu yüzden öğrendiğimiz her şeyi göz önünde bulundurmak istiyorduk. Tecrübesiz olduğumuz için en azından işi öğrendiğimiz teorik kısmını doğru yapmaya çalışıyorduk. Bilinçli ve bilimsel davranmak istiyorduk. Belki de böyle davranarak babadan oğula arıcılık yapan ve teorik bilgisi çok eksik olan klasik arıcılara da örnek olacaktık. Biz onlardan pratik öğrenecektik, onlar da bizden teoriyi öğreneceklerdi, böylece bizlerde kendimizi iyi hissedecektik diye umut ediyorduk. İlerleyen yıllarda biz pratiği çok hızlı öğrenmiş olacaktık ancak teorik ve bilimsel bilgileri klasik arıcılara kabullendirmek hiç de düşündüğümüz gibi kolay olmayacaktı. Farklı bir anlayış getirmek istiyorduk, hem de başarılı olmak istiyorduk. Ve tabii ki arıcılığın gelişimine katkıda bulunarak faydalı olmak istiyorduk.

''Doğa en iyi öğretmendir''

Hedeflerimizi koymuştuk ve kararımızı vermiştik, her şeyin güzel olacağını düşünüyorduk. Motivasyonumuz yüksekti ve ideallerimiz vardı. Babadan oğula geçen ve bilimsel yanı olmayan uygulamaları tersine örnek olarak kaldırmalıydık ve farkındalık oluşturarak arıcılığa katkıda bulunmalıydık. Henüz gördüğümüz de erkek arı ile ana arıyı bir bakışta birbirinden ayıramıyorduk ama erkek arının ve ana arının kaç günde pupadan çıktığını, kısacası biyolojisini kitaplardan okuyup yalayıp yutmuştuk. Örneğin: Bir ana arının bir günde kendi ağırlığı kadar yaklaşık üç bin yumurta bırakabildiğini ve bunu dünyada başka bir varlığın başaramadığını öğrenmiştik. Pratik bilgimiz zayıftı ancak teorik bilgimiz ortalamanın çok üstündeydi. Kovandaki tüm işçi arılar, ana arı gibi dişi bireylerdir, tek farkları beslenmeden kaynaklanır. İlk üç gün bütün larvalar arı sütü ile beslenir sonraki günlerde ve ömür boyu ana arı, arı sütü ile beslenirken, diğer larvalar arı ekmeği, arı sütü ve bal karışımı bir mama ile beslenir. Sadece bu beslenme şeklinden dolayı ana arı ömrü diğer arılara göre yaklaşık on kat uzun olur, ayrıca ömür boyu hastalanmazlar. Sadece bununla da kalmaz ana arının fiziksel yapısı da farklılaşır. Döl yatağı diğer dişi arılara göre daha uzun ve gelişmiş olur, ayrıca işçi arıların sahip olduğu kol sepetçikleri ana arıda olmaz. Ana arının savaşmak gibi bir derdi olmadığı için iğne keseciği işçi arılarınki kadar gelişmez, onlar iğnelerini sadece diğer ana arıları öldürmek için kullanır veya iki ana arı düello yaparak birbirlerini sokmak da kullanırlar. Ana arının bacakları daha kuvvetli olur, peteklere tutunma gücü daha fazla çünkü sürekli petek kenarlarına tutunarak gövdesini altıgen olan peteklere sokup yumurta bırakmak zorundadır. Zorundadır diyorum, çünkü yapmadığı takdirde hemen kovandan elenir. Ana arının sırt kısmı geniş arkaya doğru ince ve uzun bir gövdeye sahiptir. Döl yatağının gelişmiş olması arka gövdenin uzunluğunu arttırmaktadır. İlk günlerde bu çok cılız bir ana arı, diye yadırgamayın, dölleme uçuşuna çıkıp döndüğünde bu değişecektir. Ayrıca ana arı, istediğinde erkek, istediğinde dişi arı yumurtası bırakabilirken, döl yatağı sonradan gelişmiş yalancı ana arı sadece erkek yumurtası bırakabilir. İşçi arılarda iki adet kursak meydana gelir, birisini uçuş yakıtı için kullanırken, diğerini kovana bal veya su getirmek için kullanır. Tabii ki bu iki kursak arasında istediği zaman ihtiyaca göre aktarma yapabilir. Arı ekmeği tüketerek, arı sütü üretebilmeleri için yutak üstü bezleri gelişmiş oluyor, ayrıca karınlarındaki boşluklardan nektar tüketerek balmumu salgılayabiliyorlar. Bu özelliklerin bir kısmı ana arıda hiç yokken bir kısmı da gelişmemiş olarak bulunuyor. Sadece beslenme farkından doğan bu kadar fark, başka bir canlıda var mı bilmiyorum, ama ben hiç rastlamadım. Bir işçi arı bal zamanı altı-sekiz hafta yaşayabiliyorken ana arı ilk iki yılı verimli üçüncü yılı orta verimli olmak üzere altı yıla kadar yaşayabilmektedir. İşçi arılar da bala uçmadan kışa denk gelirlerse bölgeye göre tüm kışı atlatıp ilkbaharın ilk yarısına kadar yaşayabiliyorlar. Bu da bazen altı-sekiz ayı bulabiliyor. İşçi arılar çok yoğun ve yıpratıcı bir süreç geçirirlerse, altı veya en geç sekiz hafta içinde arkadan gelen yeni nesle görevlerini devredip, kendi dönemlerini tamamlıyorlar. Burada arı sütünün mucizesine tanık oluyoruz. Arı sütü dünyada hücre yenileyici gıdaların piramidinde en üstte yer alır, hiçbir gıda bu güce sahip değildir. Bu yüzden arı sütü uzun ve sağlıklı ömrün yegane formülüdür. Çiğnemeden hemen damar yolu ile direk kana karışıp hızla şarj yapar adeta.

Böylece farklı ve mucizevi bir aleme dalarak bambaşka bir dünya ile tanışmıştık. İlk birkaç ay gördüklerimize ve okuyup araştırdıklarımıza adeta kendimiz inanamıyorduk. Sonraki aylarda ve yıllarda da hep öğrenmeye devam edecektik, ama mucizelere alıştığımızdan artık bazı şeyleri normal karşılıyorduk. Bizden teorik bilgileri almak isteyen arkadaşlara da yardımcı olarak elimizden geldiğince bildiklerimizi aktarıyorduk. Pratik bilgilerle teyit ettiğimiz bilimsel veriler uyuştukça tarifi mümkün olmayan hazlar yaşıyorduk. Diğer arıcılardan da klasik arıcılığın pratik eğitimi devam ediyordu, biraz anlatmayı seven birisini bulduğumuz zaman onu soru yağmuruna tutuyorduk. Bazen de biz işi öğrenmeyelim diye çekimser kalanlar hatta yanlış öğretmeye kalkanlar bile oluyordu. Biz yine de bu insanların kalbini kırmadan kibarca doğrusunu onlara aktarıyorduk, öyle ya belki kötü niyetli değil de bilgisizlikten yapabilirler, düşüncesiyle davranıyorduk. Ama genel olarak yardımsever ve misafirperver insanlarla karşılaşıyorduk.

''Yeniden uyan''

Bahar artık yaklaşmıştı, biz de yeni aldığımız arıları artık havalar ısındığı için hareket ettirebilecektik. Geceleri en soğuk saatte artı altı yedi derece olduğunda, kısa mesafelere, rahatlıkla zarar vermeden götürülebilirler. Çünkü hareket ettirdiğinizde artı on dört gibi olduğundan ve kısa mesafeleri gideceğinden gecenin en soğuk saatini hareket esnasında görmeyeceklerdir. Erken baharda arı, kış mevsiminden kayıplarla uyanmışsa ve koloni beş çıtanın altında ise, çok dikkatli olmakta fayda var. Mevsimine göre, bulunduğunuz coğrafyanın ve gideceğiniz coğrafyanın soğukluk farkları, hissedilen sıcaklık farkları, rüzgarın etkisi, yol üstünde geçilen yüksek geçitler hep hesaba katılmalı. Basit bir iş değil, milyonlarca böceği bir yerden bir yere taşıyorsunuz ve insanın alışık olmadığı yapıdaki bir canlı bu. Çok garip bir şey böcekleri bir yerden bir yere götürmek ve bu basit gözükse de sağlıklı yapmak istiyorsanız aslında hiç de basit değil.

''Yeni bir Dünya Keşfedin''

Arıları yerinden oynatmanın kuralları var elbette, bir saksı gibi arı kovanını bahçenin bir köşesinden diğer bir köşesine alamazsınız. Mesela bir dönüm bir bahçeniz var ve arıları koyduğunuz yerde bir tadilat yapacaksınız ve onları on beş metre doğuya çekmeniz gerekiyor. Birinci alternatif arıları her gün bir metre doğuya kaydırabilirsiniz ki, bu en problemsiz alternatif. Ancak vaktiniz yok ve hemen kaydırmanız lazım. O zaman arıları kuş uçumu on kilometre başka bir yere taşıyıp ancak en erken bir buçuk ay sonra geri getirebilirsiniz. Çünkü daha erken geri getirdiğinizde eski henüz ölmemiş tarlacı arılarınız daha önceki kovanın yerini hatırlayabileceğinden oraya doğru uçmak istemesinden dolayı problem yaşayabilirsiniz. Birincisi çok sinirli olurlar ve etraftakileri sokma eğiliminde olurlar, ayrıca kovanlarını bulamazlarsa tarlacılar ölür. Bunu on beş metre değil de, daha büyük mesafelerde yaparsanız tarlacı sizi sokmak için rahatsız etmez ve bir yerlerde sizin haberiniz olmadan ölür, siz de bu kovanın arıları niye azaldı diye düşünürsünüz. Halbuki durum çok basittir, arının dört bin altı yüz metre uçuş mesafesi vardır. Siz arıyı altı kilometre uzağa götürdüğünüzde güvenli bir mesafede uzaklaştırdım sanabilirsiniz ancak arı eski kovanının bulunduğu istikamete doğru üç kilometre uçtuktan sonra tanıdık bir coğrafyaya rastlayacağından artık eski kovanının yerini hatırlayacak ve o yöne doğru uçacaktır, oraya vardığı zaman kovanın orada olmadığını fark ettiğinde artık çok geç olacaktır. Yana döne etrafta kovanını arayacak birilerini görürse sinirli olduğu için sokacak veya akşama kadar oralarda dolanıp telef olacaktır. Bu nedenden dolayı uçma menzilinin iki katı olan dokuz bin iki yüz metre mesafeyi baz alarak, buna uçuş mesafesinin yanılma payını da ekleyerek, tavsiye edilen sağlıklı taşıma mesafesi, en az on kilometre olmalıdır. Tabii ki bu on kilometre arabayla ölçtüğünüz on kilometre değil, uçuş yolu olarak on kilometre. Bu arabayla en iyi şartlarda yaklaşık on beş kilometreye denk gelir. (Arı bizim gibi virajları almıyor). Ayrıca arıları koyduğunuz yerlerde yüksek gerilim hattı veya baz istasyonlarının çok yakın olmamasına dikkat edin. Bu gibi manyetik alanı yüksek olan yerler arıların yön bulma duyularını etkiler ve kovanlarının yerini karıştırabilirler. Birer metre kovanı kaydırıp işinizi halledebiliyorsanız bu en problemsiz olanı, ancak birkaç tane kovan yan yana duruyorsa burada problem yaşarsınız, çünkü kaydırdıkça arılar diğer kovana girebileceklerdir ve bu da ergin arıların kovanda bulunan bekçi arılar tarafından öldürülmesi anlamına gelebilir. Yağmacı pozisyonuna gelebilirler veya arı kayması dediğimiz bir kovanın tarlacılarının büyük bir kısmının başka bir kovana kayması anlamına gelir ki bu her iki kovanın arıları için felaket olabilir. Birincisi kovanın bekçileri gelenleri sokmak isteyecek ve her iki taraftan da ölümler olacaktır. Gelenler fazla ise, bekçilere rağmen kovana sızacaklarından, ana arı kendi anaları olmadığı için onu öldürecek ve felaket başlamış olacaktır. Her ana arının kendine has bir feromonu vardır, her feromon farklı bir koku bıraktığından ve o kovandaki tüm arılara bir kimlik gibi bilinçli olarak bulaştırıldığından dolayı her kovanın ayrı bir kimliği olur. Bu kimlik tutuyorsa dost, tutmuyorsa düşman olunur. Ancak yeni uçmaya başlamış ve çok genç olan arılar kovanlarını şaşırıp başka bir kovana girdiklerinde genç lejyonerler olarak o kovanın feromonu ile yeniden kimliklendirilip kabul edilebilirler. Çok taze ve hayatın baharında olan bu genç arılardan faydalanmak istenilebilinir. Ancak bu yüzde yüz böyle olmayabilir. Arılarda ve doğada yüzde yüz böyledir kuralı işlemez. Genetik yapı, farklı coğrafyalar, farklı ırklar, farklı bitki örtüleri, bazı şeyleri farklı kılabilir.

''Toprak Ana Uyanıyor''

Şubat ayı takvim olarak bahar sayılmasa da Ege'de bahar özellikle şubat ayının ikinci yarısında gelmiş sayılır. Bazen o kadar yumuşak bir kış geçirirsiniz ki şubat başında bahar başlayabilir. Bir bakmışsınız ki arılar bahar uçuşunu yaparak yavruyu da açmaya başlamıştır. Arıcılıkta yavruyu açmak deyimi, yavrunun kovan içinde çoğalması anlamına gelir. Kışın petek üstünde kapalı yavru sayısı bir mandalina büyüklüğünü pek geçmezken, baharda neredeyse tüm çıtayı kaplamaktadır, buna da arıcılıkta ''yavruyu açtı'' denir. Arıcılığa yeni başlayanlar için bu kısmı şöyle açıklamam gerekiyor. Kışın polen kaynakları iyice azalır, Ege'de hiçbir zaman tamamen durmaz ancak soğuk bölgelerde bitkiler karın altında kaldıklarından ve buzlanmanın etkisiyle birkaç ay durabilir. Bu yüzden kış mevsiminde ana arı yumurta bırakmayı ya tamamen durdurur ya da azaltır. Bu kovanın gücüne ve içerde bulunan bal ve arı ekmeği miktarıyla da doğru orantılıdır. Koloni çok güçlü ise yani yedi çıta ve üzeri ise kendini çok rahat ısıtabileceğinden içeride az da olsa hiçbir zaman yavru eksik olmayacaktır. Hele böyle bir koloni Ege bölgesinde ise o denli daha fazla yavrusu olacaktır. Böyle koloniler kışın fazla asker kaybı yaşamadıklarından, bahara bir çıta fazla arı ile çıkabilirler. Bu tip koloniler baharda çabucak yürür(petek çoğaltır). Bu kolonilere hemen ham petek koymazsanız kalan boşluklara dalak inerler (dalak: arının kendi isteğine göre petek yaparak boşlukları doldurmasıdır. Yeni örülen ve temel ham peteğin kabarması değil de, arının keyfine göre istediği yere yaptığı peteğe denir). Kışın yavru yapma oranı koloni ne kadar güçlü olursa olsun, hiçbir zaman bahardaki gibi değildir. Koloni eğer orta halli veya daha zayıf bir koloni ise, yavru oranı o denli daha az olacak veya olmayacaktır. İçeride arı ekmeği ve bal stokları da yeterli değilse bu koloniler baharı göremeyebilirler. Güçsüz koloniler içeride bal stokları varsa açlıktan değil koloninin gücü bu stokları ısıtıp tüketemediği için aslında azlık ve zayıflıktan dolayı aç kalırlar. Arıcı olarak görevimiz en azından kolonilerin açlıktan ölmesini önlemektir. Balı ısıtamayacak kadar güçsüzleri de zamanı geçmeden başka kolonilerle birleştirip en azından genç nüfusu ve kapalı yavruları kurtarmaktır.

''Doğada Güçlü Olan Ayakta Kalır''

Bu yüzden her zaman şunu diyoruz ''hep güçlü kolonilerle çalışın''. Güçlü koloni kolay kolay aç kalmaz, hastalanmaz, üşümez, yavrusuz kalmaz. Güçsüz koloni her zaman risktir, ancak elinizde varsa da gerekli takviyeleri yaparak yaşatmaya çalışmalıyız. Ormanda, tarlalarda ve bahçelik yerlerde çiçekler baharın müjdeleyicisi olarak kışın kara olan toprağı kendine has renkleri ile desenli bir halı gibi işlemeye başlar. Her yer rengarenk olur. Papatyalar bembeyaz çarşaf gibi yaparken, gelincikler kıpkırmızı yapar toprağın üstünü, hele bir de bu renkler iç içe olursa bambaşka desenler olur. Her yıl arının döllemesi neticesinde bu desenler değişir. Bu yıl yandaki tarla bembeyaz ise seneye kıpkırmızı olabilir. Arılar, gündüz sıcaklığı on iki derecenin üstünde ise kovandan uçmaya başlarlar ancak verimli uçuşlar on beş derecenin üstüne çıkıldığında olacaktır. Havanın ısınması ile beraber adeta polenler kovana yağmaya başlar. Arı sabahın ilk saatlerinde saat on bire kadar yoğun bir biçimde polen taşır kovanına ve kursağında nektar olur. Sonraki saatlerde nektar akımı fazlalaşır ancak sıcaklık çok artmaya başlamışsa su da taşırlar kovanlarına. Bu yüzden polen tuzaklarını on bire kadar açık tutup günün diğer bölümünde kapalı tutmakta fayda var. Arıyı ağırlıklı su taşıdığı bir saatte polen tuzağından tırmandırarak yormanın bir manası yok. Ayrıca polen tuzağını sürekli açık tuttuğunuzda arı polen tuzağından rahat geçebilmek için sepetine koyduğu poleni azaltacak bu da verimlilik kaybına neden olacaktır. Arı sabah saatlerinde uçuşa geçtiğinde bir sevinç gümbürtüsü çıkarır, adeta güçlü bir motorun homurtusu gibi bir ses olur, kolonilerin çok olduğu yerde bir patlama gibi duyulabilir bu ses. Kovandaki ve çiçeklerin üstündeki mırıltı ve vızıltı eşsiz bir senfoni sunar size. Bu senfoniyi gözlerinizi kapatıp dinlemelisiniz. Müthiş bir terapidir, ayrıca beyninizdeki elektrik dalgalarının düzenlenmesine yol açıyormuş. Adeta eşsiz bir meditasyon bu. Gözlerinizi kapatın, farkındalık yaşayarak doğanın uyanışını dinleyin. Kafanızı dinler ve berraklaşırsınız. İlaçsızdır bu terapi ve saatlik ücret de istemez, dinlemesini bilirseniz size anlatacağı çok şeyi vardır ve her defasında size farklı şeyler sunabilir.

''Coşkuya tanık ol''

Artık arılar gelen nektar akımı ve polen ile beraber iyice coşarlar. Bazen de bu coşku şımarıklığa sebep olur. Dalaklar inmeye başlar. Normalde arıcı, petek çıtasına, daha önce eritilen balmumundan oluşan altıgen desenli presli bir başlangıç peteği koyar (bu peteklere ham petek veya temel petek denir), ham peteği arıya vermesiyle arının da bu peteği kendi karnındaki yarıklardan çıkardığı balmumuyla kabartarak, içine nektar polen koyması ile beraber, kovan içerisinde sırayla ve belli bir düzen içinde, arıcının kontrolünde devam eden ahenkli bir ilerleme olur. Şimdi bu konuyu toparlayalım. Arıcının arıdan aldığı ballı petekleri süzerek birkaç yıl kullandıkları petekleri arı her defasında propolis ile dezenfekte ettiğinden birkaç yıl sonra bu peteklerin altıgen çapları daraldığından ne ana arının yavru bırakmasına ne de arının nektar stoklamasına uygun olur. Altıgenlerin duvarlarının çapı kalınlaştığı ve bundan dolayı boşluklar daraldığı için arı tarafından artık kullanılmazlar. Bu petekler kaynatılır eritilir ve süzüldükten sonra, altıgen kabartmalı bir plakaya bastırılarak balmumundan ince bir temel petek oluşturulur. Bunu kendiniz yapamıyorsanız petekçiye götürürsünüz, peteklerinizi o size işler ve geri verir. Kendiniz bir petek makinesi alırsanız ki bunların birer ya da ikişer petek yapacak kadar küçükleri var, kendiniz de bu temel petekleri basabilirsiniz. Halk dilinde suni petek veya ham petek olarak da adlandırılır. Bu petekler de doğaldır, arının karnından çıkan balmumu ile yapılır ancak bir kez kaynatılıp, süzülüp şekillendirildiği için suni diye adlandırılırlar. Kara kovan veya dalak balından farkı da bu iki milimlik başlangıç peteğinden kaynaklanır. Başka da bir fark yoktur. Bu başlangıç peteğinin verilmesinin sebebi, süzme bal yapmak istediğinizde peteklerin düzgün olması santrifüj makinesine rahat giriyor olması ve petek kayıplarının önlenmesi içindir, işçilik ve zaman tasarrufu sağlar. Ayrıca bu petekler teknik arıcılığa uygundur ve arıların bakımı esnasında kolaylık sağlar. Makineden balı süzdükten sonra tekrar tekrar arıya verilebiliniyor olması büyük bir avantajdır. Arıcı bu düzgün petekler sayesinde arıyı kontrol ederken kovanı rahatlıkla açıp inceleyebilir, istediği peteğin yerini değiştirebilir veya kovanlar arası petek alışverişinde bulunabilir. Petekleri eksiltip çoğaltabilir, istediği peteğin balını alıp süzebilir. Bütün bu işlemlere fenni veya teknik arıcılık denir. Kara kovan veya dalak balında ise kovana rahat müdahale edilemediği için petekler yamuk yumuk, gelişi güzel ve iç içe geçmiş olmasından dolayı, süzme bal üreticisi tarafından pek tercih edilmez. Aksine şehirlerdeki insanlarda bu yamuk yumuk peteklerin daha doğal olduğunu düşünerek çok fazla fiyat farkı ödeyerek bu tip balları tercih ederler, oysa düşünüldüğü kadar büyük bir fark yoktur. Elbette bu petekler diğerine göre bir tık daha doğal, ancak kötü niyetli olduktan sonra, arıyı şeker veya daha kötüsü glikoz ile besleyerek de kara kovan veya dalak elde edilebilir. Şehirdeki insanlar veya konuyu bilmeyenler diyelim, sanki kara kovan veya dalak balında bunun mümkün olmadığını düşündüklerine çokça tanık olmuşuzdur. Ayrıca fenni kovana temel petek koymadan sadece çıtayı koyarak içine arıya kendi peteğini ördürebilir ve doğal petek balını yaptırabilirsiniz. Bu petek balının kara kovandan veya dalaktan bir farkı olmaz. Burada önemli olan işletmenin yani üreticinin güvenilir olması ve balı alan kişinin bilinçli olmasıdır. Geri kalan zaten doğaldır. Süzme balın yanında temel petek kullanılmamış petek balı tercih edebilirsiniz. Bunun kara kovanda yapılmış olması ile fenni kovanda yapılmış olmasının bir önemi yoktur. Kovanın adı değişince içindeki petek veya bal değişmiyor yine aynı arı tarafından yapılıyor. Önemli olan bal zamanı şuruplama yapılmış mı ve kullanılan ilaçlar kalıntı bırakıyor mu? Antibiyotik verilmiş mi? Varroa için merdiven altı ilaç kullanılmış mı? Petekler kışın saklanırken alüminyum fosfit kullanılmış mı? Arılar genetiği ile oynanmış hibrit bitkilerin bulunduğu tarım bölgelerinde mi bu balı yapmış? Yoksa doğal bal ormanlarında mı? Bütün bu sorular ve cevapları kovanın isminden çok daha önemlidir tüketici için. Bu yüzden her geçen gün bahçeli evlerde hobi kovancılar çoğalmaktadır. Ben birçok arıcı adayına çiftlikte dersler verip bahçelerine arılık kurmuşumdur.

Biz dönelim bahar coşkusunun yaşanmasına. Ana arı artık peteğin bir köşesinden bir köşesine yavruları atarken arılar da arıcının verdiği petekleri hızla kabartarak ana arıya yeni yumurtaları bırakabileceği alanları açarlar.

''Coşkuya tanıklık et''

Bu devinim inanılmaz bir coşku ve yarış halinde devam eder. Bu yumurtalar ilk gününde dik durur, ikinci gün kırk beş derece eğilirler, üçüncü gün peteğin tabanına yatarlar ve o günün sonunda yumurta çatlar ve içinden larvalar çıkar. Bu larvaların hepsi ilk üç gün arı sütü ile beslenir. Altı gün sonra işçi arılar pupaya döner, yani larvanın içinde bulunduğu altıgen peteğin üstü ince bir tabakayla kapatılır. Bu tabaka bir korunaktır. İçindeki larvanın nefes almasına müsaade eder ancak larvanın gözükmesine izin vermez. İnce kahverengi bir perde gibidir. Bu olaya pupa dönemi denir. İşçi arıda pupa dönemi on bir gündür. Toplamda yirmi bir günde arıya dönüşür. Tam yirmi bir gün sonra küçük dilleriyle delikler delip kahverengi pupalardan çıkmaya çalışırlar. Yeni çıkan arıları izlemek de ayrı bir keyiftir. Sırt kısımları beyazımsı açık renkte olur, diğer arılara göre gövdeleri biraz daha küçüktür. İğne kesecikleri hemen randıman vermez, ilerleyen günlerde zehir üretip faal hale gelebilecektir. Tam bir bebek arı durumu vardır, yine de hemen çalışmaya başlarlar, kovan içini temizlemek gibi işlerde görev alırlar. Ana arı on altı günde oluşur. Erkek arı yirmi dört günde oluşur. Erkek arı ehlikeyifliğini burada bile gösterir, pupadan bu denli geç çıktığı için varroa tarafından yumurta bırakılacak yer olarak ilk onun yatağı seçilir. Erkek arının yatağı, işçi arının yatağına oranla daha uzundur ve altıgenlerin çapları daha geniştir. İdeal bir yavru yetiştirme yeridir varroa için. Erkek arı sonraki dönemlerde de ehlikeyifliğini sürdürür. Hayatı boyunca hiç iş yapmaz, sadece bal yer ve döllenecek ana arı var mı diye gezer. İki bin erkek arı nüfuslu bir kovanda bu erkek arılardan belki yirmi tanesi bir ana arıyı dölleyebilecektir, diğerleri ise bir iş yapmadan zamanlarını geçirecektir. İri gövdelerine rağmen savunma işi de yapamazlar çünkü iğneleri yoktur. Olur, da bir gün bir ana arıyı dölleme şansına erişirlerse dölleme uçuşundan hemen sonra zaten ölecektir. Bu da erkek olarak tembel geçirdiği sürenin ve bol bol bal tüketmenin bedelidir belki de. Bu şansa erişemezlerse ve mevsim sonbahara doğru gelmişse nektar kaynakları azaldığı ve dölleme uçuşlarının da gereksiz olduğu bir dönem olmasından dolayı, bu kez de işçi arılar tarafından kovandan atılırlar ve ölüme terk edilirler. Bu da bir sezon boyunca yan gelip yatmanın cezası gibi bir şey oluyor herhalde. Kış dönemindeki bal stokları kısıtlıdır, arıların bu stokları boşa harcama lüksleri yoktur. Ayrıca doğanın gereksiz olanları eleme gibi bir ilkesi vardır. Çünkü bu eleme diğer arılar ve onların yavruları için hayati kaynakları korumak anlamına gelir. Yani onların elenmesi başka arıların canlanması anlamına gelecektir. Mikro dünya dediğimiz bu alem biraz acımasızdır. Doğada zayıf ve gereksiz olanın yaşama şansı yok gibidir, genellikle zayıf ve gereksiz olanlar hemen elenir. Sistem mükemmel genleri ve en güçlüleri yaşatmak üzerine kurulmuştur ve bu konuda acımasız olmalıdır. Korkunç bir disiplin ve kararlılık vardır. Mikro dünyada tereddüt yoktur. Her gün bir ölüm kalım savaşı yaşanır, bir sonraki güne ulaşmak kolay değildir, ulaşıldığında ise bir sonraki sabah, eğer gece sağ salim atlatılmışsa, yine aynı savaş başlar. Düşman çoktur. Ancak en büyük düşman insandır, onun kadar doğaya zarar veren hiçbir varlık yoktur.

Sonbaharda güçlü kovanlarda çok az sayıda erkek arıya rastlamak mümkündür, zayıf kovanlarda bazen hiç yoktur, tamamen elenmişlerdir. İlkbahar geldiğinde ve doğa uyandığında kovanlar eski analarını değiştirme olasılığını göz önünde tutarak içgüdüsel olarak erkek arı popülasyonunu kovan içinde arttırırlar. İşçi arılar erkek arı gözleri örerler ve ana arılarda bu gözlere döllenmemiş erkek arı yumurtaları bırakırlar. Bazen varroa mücadelesi için erkek arı gözlerini arıdan alıp tüketebilirsiniz (tabii hepsini değil), bu larvalar mükemmel bir protein kaynağıdır. Varroa erkek arı larvasının yatağını tercih ettiği için arılardan varroayı büyük ölçüde uzaklaştırmış olursunuz. Böylece hem biyolojik mücadele yapmış olursunuz hem de bu değerli besinden faydalanmış olursunuz.

''Mükemmel düzeni fark et''

Aslında hassas, disiplinli ve mükemmel olan bu düzeni, en çok tahribata uğratan insan ve onun oluşturduğu düzendir. Bazen cahiliyet, bazen aşırı kazanma hırsı, bazen de boşvercilik, hayvanların bir kısmının heba olması, hatta belki bir hayvan neslinin tümünün yok olması anlamına gelebilir. Tarım arazilerinde gündüz atılan zehirli ilaçların tam arının nektar toplama uçuşlarına denk gelmesi kaçınılmaz bir katliama dönüşür. Yanlış zamanda plansız atılan bu ilaçlar; arılar, kuşlar ve yararlı böcekler için tam bir zehir banyosuna dönüşür. Tabii ki sürüngenler ve başka varlıklar da nasibini alır bundan. Biz yaşamı gördüğümüzle algılarız, halbuki Kuran'da ''Alemlerin Rabbi'' der, bizim baktığımız bir çalının içinde mikro organizmalar, böcekler ve bunların yumurtaları vardır. Onların da alt grubunda başka bir alem olan maytlar, daha bir sürü mikro oluşuma doğru giden alemler vardır. Böceklerin içinde yararlı ve zararlı böcekler neredeyse eşittir. Bu böyle yaratılmıştır ki kainatta denge olsun. O çalılığın doğada bir görevi vardır. Mikro-floranın, mikro-organizmaların, böceklerin, sürüngenlerin ve daha birçok yaşamın yuvası ve geleceğidir orası. Aynı zamanda insanoğlunun doğada yaşayabilmesinin garantisi, mikrobiyolojinin çeşitliliğidir. Orada bir alem, bir hayat ve adeta bir gezegen vardır. Biz bütün bunları gereksiz görüp her yere otuz çeşit ilaç sıkarsak veya bu alanları daha çok tarım için yakarak veya sürerek açarsak, o zaman tarlalarımızın etrafındaki mikro alemi öldürmüş oluruz. Bu da bizim kendi elimizle sonumuzu hazırlamak olur. Çünkü mikro denge bozulduğunda makro dengede bozulmuş olur. İlaç kullanımının bir başka önemli zararı genellikle yararlı böcekleri daha çok etkiliyor olmasıdır. Bu kez zararlı böceklerin düşmanı azalmış olduğundan tekrar ilaç kullanımını artırmak demek olacağından domino etkisiyle durumun sürekli kötüye gitmesini sağlayacaktır. Arıların gündüz vakti çiçeklerde olduğu bir saatte ilaçlama yapılırsa bu arı kovanlarının yok oluşu demektir. Çünkü tarlacı arı hemen ölmeyebilir. Genellikle üzerine zehir bulaşsa da kovanına geri döner ve üstündeki zehri onun yükünü almak isteyen genç arılara bulaştırır. Böylece zehir tarlada atılmış olsa da kovanın içine kadar gelmiş olur. Larvaları besleyen genç arılara bulaştığında ise çok daha vahim sonuçlar ortaya çıkabilir. Bu kovanın sönmesine kadar gidebilir. Kovanın tamamıyla sönmediği durumlarda ise tablo şöyledir. Artık kovan tarlacısını ve bununla beraber bir kısım kovan içi genç arısını kaybetmiştir. Bu kovan bal sezonunu kapattığı gibi belki arıcının çok iyi bakması sonucu sonbahara kadar toparlayıp kışı geçirirse, belki bir sonraki baharda tekrar güçlü bir koloni olacaktır. Ancak bu kovanlar güçsüz olduğundan on taneden sekiz tanesi genellikle kışı geçiremez. Sonuç olarak bir sürü arı heba olduktan sonra arıcının bal alma şansı kalmaz. Ayrıca arıcı bu kovanı toparlayabilmesi için sonbahara kadar beslemek zorundadır, bu da bütçeye ekstra yük demektir. Zehri atan çiftçi bütün bunların farkında değildir, arılar oracıkta yığılıp kalmadığı için arılar ölmüyor zannı içindedir. Arılara zarar vermeyen ilaç kullanılıyorsa bile bu ilaçlama gündüz yapılmamalıdır. Kovana kadar sirayet eden zehir ergin arıları öldürmese bile larvaları öldürecektir. Öldürmese ömrünü kısaltsa bile bu bir işkencedir, arının kısa yaşaması da kovan için büyük zarar demektir. Arıyı öldürmüyor ve zarar vermiyor diye satılan ilaçlar yine de gündüz atılmamalı ve çiftçi arkadaşlar bu konuda uyarılmalıdır. Tabii ki bir de arıya zarar vermeyen pahalı ilaçları almayıp ucuz veya merdiven altı ilaçlar kullanan çiftçilerimiz de var. Bunlar arıya ve doğaya ve bütün canlılara zarar vermektedir. Arıyı ve kovanı kesin yok oluşa götürdükleri gibi başka böcekleri ve hayvanları da öldürüyorlar. Ayrıca belki de yeraltı sularını kirletip, toprağa da zarar verdiklerinin bilincinde bile değillerdir. Tabii ki bu ilaçlar bu toprakta yetişen ürünleri tüketen insanlara da zarar vermekte. Kanser vakalarının son on yılda hızlı artmasının nedenlerinden bir tanesi de tarımda bilinçsiz kullanılan ilaçlar olmalı. Ayrıca bu ilaçlar, ilaç yapan çiftçilere de zarar vermektedir. Muğla’dan Denizli’ye, Tekirdağı’ndan Beykoz’a kadar arı taşıdım, bu geziler sırasında traktör üzerinde ilaç yaparken maske takan bir tane çiftçiye rastlamadım. ''Bu insanların kendilerine düşmanlığı var herhalde'' diye düşünürüm hep. İnsanın kendine yaptığı kötülüğü başkası yapamazmış zaten.

IdeaSoft® | E-Ticaret paketleri ile hazırlanmıştır.